19 Mayıs 2013 Pazar

Çocukluk, Arkadaşlık, Eskiler



Çocukken geleceği düşünürdüm. Bir gün kocaman bir adam olacaktım. Her zaman yetişemediğim ışık düğmesine yetişecektim. Sonunda yetiştim. Büyüdüm.  Şimdi de çocukluğumu düşünüyorum. O zamanlar hedefim buydu. Keşke şimdi de öyle olsa. Tek derdim ışık düğmesi olsa. Tek derdim sabah 6-7 gibi başlayan çizgi filmlere uyanabilmek olsa. İş, okul endişesi olmadan, temiz ve saf yaşasam. Fakat göz açıp kapamadan geçti çocukluk. Şimdi bir rüya gibi geliyor o zamanlar…

Çocukluk güzeldi çocukluk…
Çocukluğum İstanbul Kadıköy’ün bir mahallesi olan Fikirtepe’de geçti. Varoş bir mahalle olup gecekonduların bol olduğu bir sokaktı. 17 sene orada yaşadım.

 Fikirtepe…
 “Biz fikirtepe çocuğuyuz olum akıllı ol!” “Benim dayımın çocukları mermiye kafa atıyor olum!” gibi sözcüklerin bol geçtiği, atarlı gençleri olan yabancıya karşı tehlikeli ama yerlisine göre güvenli olan nacizhane mekân.

Daha 5-6 yaşlarımda sokaklarında koşar oynardım. Öyle balkon çocuğu gibi yetişmedim. Annem her zaman peşimden koşup “Ay! ay! Dikkatli ol oğlum!” diye bağırmadı hiç. İyi ki de yapmadı.  Düşüp dizlerimi kanatınca koşa koşa anneme gitmezdim. Arkadaşlarım sanki bacağım kırılmışcasına koluma girip hemen sokağın başındaki camiye kadar taşırdı, bende dizlerimi şadırvanda yıkar hiçbir şey olmamış gibi koşmaya devam ederdim.
Bir abim ve ondan bir farkı olmayan 4 arkadaşım vardı. Tanıştığımızda 4-5 yaşlarındaydık ve o gün bugündür hiç ayrılmadık.6 kişilik küçük grubumuzda çocukluğa dair her şeyi yaptık. Bütün sokak oyunlarını ve çocukluğa dair her şeyi…

Uzuneşek, saklambaç, misket (oyun havası olanından değil tabi. Aslında yeri gelince onu da yaptık ama neyse) ardı arkası kesilmeyen futbol maçları ve daha onlarcası…
Bir CIA gibi planlı hareket ederek bahçelerdeki erik ağaçlarına dalardık. Sahibi süpürgeyle kovalayınca grup halinde geri çekiliyorduk. Fakat akşam ailelere şikâyet edilme sorununa bir çözüm bulamazdık. Biraz azardan sonra ertesi gün tekrar o ağacın üzerindeki erikler bize bakar, resmen bizi çağırırdı. Bizde evde dolapta erik olmasına rağmen dayanamaz yine ağacın dallarına tünerdik. :)
Akşam ezanı okunana ve babamız eve gelene kadar dışarıda olurduk. Çünkü sokaklarımız güvenliydi. Küçük ve dar olduğundan arabalar geçmezdi. Herkes bizi tanıdığından başımızda hep bir büyük var gibiydi. Düşünce tutup komşumuz kaldırır, korur kollar, babaya da bir selam söyletirdi ve giderdi. Zaten annelerimiz kapıların önünde taburelere oturur. Büyük bir semaver çay eşliğinde örgü örüp muhabbetin dibine vururdu. Mevsim yaz ise kapılar hep açık kalırdı. Hırsız için endişemizde olmazdı. Çünkü yabancı kişi sokağın sınırlarına girdi anda fark edilir, pencerelerden takip edilir. Çok şüpheli hareketleri varsa mahallenin büyüklerinden biri gidip adamla muhabbet eder, amacını anlardı. Eğer kötü bir niyeti olduğu sezilirse sopalar, süpürgeler ile gerekli göz korkutma işlemi yapılır ve sorun çözülürdü. :)
Misket ve kart oyunlarıyla stratejik düşünme yeteneğimiz, cesaretimiz gelişti. Kaybetmeyide kazanmayı da daha çocukken öğrendik. bu sebeple kayıplar yaşadığımızda sorunlu çocuklar gibi intihara yönelmedik.
3-4 saat süren mahalle maçlarımız olurdu. Sokak başlarına 2 taş koyar hayali kalelerimizi beynimizde çizer ve oyuna başlardık. 5 de devre 10 da biter diye anlaşırdık. Eğer maç çok eğlenceliyse ve henüz hırsımızı alamadıysak 30 da bitere kadar giderdi. Top sahibi eve çağırılsa topunu alıp gitmezdi.
 İşiniz bitince bizim balkona atın. Topu patlatırsanız parasını alırım der giderdi. Top patlasa da paranın peşine düşmezdi kimse. Çünkü sokakta top eksikse biri gider alırdı ve o top sokağa zimmetlenirdi. :D
Saatlerce top peşinde koşunca haliyle acıkır, susar, ve yorulurduk. Yinede eve gitmezdik. Giriş katta bir evimiz vardı. Dışarıdan pencereye ulaşmak kolaydı. Hemen mutfak penceresine koşar.
Oradan annemin uzattığı börek, poğaça, su, meyve gibi gıdaları alır kaldırımda dinlenirken bir yandan da yerdik ve oyunumuza devam ederdik. Orası bize kocaman bir ev gibi gelirdi…
Kentsel dönüşüm adında evimizi yıktılar. Başka bir semte taşındık. Büyük büyük binaların olduğu sokaklarında çocuk sesi olmayan sessiz bir sokağa. Ağaçtan yenen eriğin tadını bilmeyen çocukların olduğu bir yerdi. Düşüp kalkmayı, koşup yorulmayı bilmeyen çocukların olduğu bir yerdi. Çocukların top oynamak yerine evinde pes oynadığı bir yerdi. 90 ların çocukları olarak biz bunları yaşayan son nesil olacağız gibime geliyor.

Tabi bizim zamanımızda playstation yoktu. Olsa beklide bizde evde yaşayan asosyal çocuklardan olurduk. İyi ki yoktu. Ama öyle hemen ezdirmem o zamanları. Belki playstationumuz yoktu ama ondan daha güzel atarimiz vardı. Tesisatçı Mario vardı. Tank 90 vardı. Biriktirdiğimiz atari kasetleri vardı…
Yarım saatte orta sahaya gelen, gol atarken dakikalarca düşünen Tsubasa’yı, Gölgelerin gücü adına gezen He-man’i , Pokemonu, atari oyunlarını hatırlayan bir neslin çocuğu olmaktan gurur duyuyorum. 90 ların çocukları olarak şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Ve o zamanları özlüyorum.

Biraz nostalji yapalım...


RADYO KASETLERİ

ALF

ÇILGIN BEDİŞ

HE-MAN

OYUNCU KARTLARI

ATARİ KASETLERİ

ÇAKMAKTAŞLAR

JETGİLLER

KAPTAN MAĞARA ADAMI

TASO

SANAL BEBEK

CAPRİ- SUN

SOLO TEST

VİKİNGLER

ZEYNA


TSUBASA
SIDIKA

0 yorum:

Yorum Gönder