14 Mayıs 2014 Çarşamba

SOMA'DA KÖMÜR KARASI GÜN



Manisa'nın Soma ilçesinde kömür ocağı madeninde olan kaza bütün ülkeyi olduğu gibi beni de derinden sarstı. Öncelikle vefat eden işçilere Allah'tan rahmet, ailesine ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum...

Aslında nereden başlayacağımı, ne yazacağımı bilemiyorum. Çok derin ve karmaşık duygular içindeyim. Fakat aklımda olan ve bilinmesini isteğim birçok konu var. Öncelikle maden işçilerinden biraz bahsedelim. Her gün evine ekmek götürebilmek için  yerin metrelerce altına inen, tozun isin içinde ağır şartlar altında çalışan tertemiz insanlardan... Bir madende hiç çalışmadım ama nasıl bir şey olduğunu çok düşündüm. Yerin metrelerde altında adeta canlı canlı bir mezara girer gibi güneş ışığı olmayan, oksijeni az klostrofobik bir yerde çalışmak. Kim ister ki böyle bir işi? Dünya böyle işte insanın karşısına güzel bir iş, güzel bir hayat altın tepside sunulmuyor. Ne sen ne ben kimse istemez öyle bir işte çalışmayı fakat hayat şartları o güzel insanları oralara itiyor. Aslında bu olaydan biraz ders çıkarmalı kendi halimize şükretmeliyiz. Güzel bir ofiste, temiz kıyafetlerle masa başı çalıştığı halde, aldığı maaştan veya bugün verilen yemeklerden şikayet eden insanlar şikayet etmeden önce bir kere daha düşünmeli artık...

Ülkede 3 günlük milli yas ilan edildi. Millet olarak çok duyarlı, çok duygusal bir milletiz aslında... Acıları paylaşır, üzüntüleri beraber yaşarız. Fakat çok acı bir gerçeği de söylemeden geçemem. Türkiye'nin gündemi olan, her saniye televizyonlarda canlı yayınları yapıldığı tek, haber kanallarının fazladan bir bilgi vermek birbiriyle yarıştığı bu olayın 1 ay içinde unutulacak olması... 1 ay sonra yeniden ünlülerin selülitlerinin yayınlandığı, kimin kiminle gecelerde yakalandığı bir gündemi hep beraber izleyeceğiz. Kurtulan maden işçileri de ölüm oranının yüksek olduğunu bile bile yeniden madenlerde bazı insanların 1 günde harcadığı parayı kazanmak için çalışmaya mecbur kalacaklar. Çünkü çalışmazlarsa kirayı ödeyemeyip evsiz, faturayı ödemeyip susuz-elektriksiz ya da ekmek alamayıp aç(!) kalacaklar.

Birde bu kötü olaydan çıkar elde etmeye çalışan insanlar var tabi. Aslında bunlara insan demek bile suç! Ölen insanlar üzerinden siyaset yapmaya başlayan kişiler veya gruplar türedi bile. Berkin Elvan veya Mısırlı Esma'da olduğu gibi ölümleri sahiplendiler. Bu insanların üzerinden siyaset yaptılar. Esma'ya üzülünce bir kesim sana sövdü. Berkin'e üzülünce diğer kesim sana sövdü. Kimse hepimiz insanız ve bir insan öldü demedi. O insanlar tıpkı benim olduğu gibi birinin kardeşi, birinin oğlu/kızı demedi. Soma'daki işçilere demiyorlar. O temiz insanların arkasına geçip birbirlerine saldırıyorlar!!! Şu acı olaya bile AKP-CHP-MHP denen pislikleri bulaştırıyorlar! YAZIK!

Aslında söylenecek çok söz var fakat uzatmak istemiyorum. Tek bir temennim var o da 1 ay sonra bu insanların unutulmaması. En azından o ölen insanların bir ailesi olduğunun unutulmamasını ve devlet tarafından gerek maddi gerek manevi desteğin tam olarak verilmesini istiyorum. Umarım sesim bir yerlere ulaşır.


Not: İçimi cız ettiren gözlerimin dolmasına sebep olan bir olay;
Yaralı kurtulan bir işçinin sedyeye yatarken, kirli çizmelerinden rahatsız olup çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin demesi...
Yüzleri kömür karası olsa da içlerinin tertemiz olduğunun en büyük göstergesidir.
Buradan izleyebilirsiniz;
http://www.youtube.com/watch?v=SjYbmybQB5c

13 Haziran 2013 Perşembe

Wikipedia


Sevgili arkadaşım Oğuzcan Oğuz'un kaleminden;

Şu bir gerçek ki Wikipedia'nın çoğu makaleleri sağlam, yayınlanmış makalelerden alıntılar yapıyor ve her giren de kafasına göre bir şeyler yapıp çıkamıyor. Ama etrafta hala "wiki güvenilmez, isteyen istediğini yazıyor" diye dolaşan, söz meclisten dışarı, neyin olup bittiği hakkında gram fikri olmayan insanlar var. 

Yahu kardeşim Richard Dawkins (şimdi isminden sonra gelen harfleri yazdırmayın) girip "Natural Selection" (kendi alanının temel bir konusu) sayfasına bir kaç ekleme yapmak istediğinde öteki gün sayfanın eski haline geldiğini görmüş. Sonra söylediğine göre bir kaç kere daha uğraşmış. En sonunda olmuş olsa gerek. Bunu konuşmalarından birinde diyor.

Neyse sonuç şu: Wikipedia'nın bir discussion grubu var. Burada ciddi insanlar bir kaç küçük değişiklik yapmak istediklerinde sayfalarca tartışma oluyor lakin en sonunda doğru, güvenilir ve iyi desteklenmiş bir kanıya varıyorlar. Bundan daha mükemmel ne olabilir?

Wikipedia candır, onu kullanın, böğrünüze basın. Ha bağışta yapın canım, zararını görmezsiniz. Orada o kadar kaynak harcanıyor, masraf oluyor. Gönüllü olarak zamanını harcayan insanlar var. Oradakiler paranızı hortumlamazlar zaten, hortumlasalar bile "burnumuzun dibimizdekiler" kadar usta olmadıkları aşikâr.

5 Haziran 2013 Çarşamba

Kendimizi Yiyoruz



Son günlerde olanları şöyle uzaktan izliyorum da yazmamak için zor tutuyorum kendimi.
Aslında çok komik :)

Kin, nefret, kavgalar, ölümler...
Hayatında hiç kitap okumadığı halde kendini aydın sanan, kendi görüşü dışındaki herkesi koyun ilan eden insanlar.
Götünü yayarak oturup 5 dakikada bir paylaşım yapıp vatan kurtaran kahramanlar. Bir haber patlıyor. Şu şöyle yapmış! Bizim kahraman başlıyor parmaklarını yormaya...
Bir tarafta polis şiddeti diğer tarafta direnişçi şiddeti. Şiddet olmadan olmuyor mu acaba? Neden iki tarafta birbirini bastırmaya, sindirmeye çalışıyor? Ya da daha da önemlisi neden iki tarafız?
Kimsenin aklına da gelmiyor bu nefret kime karşı? neye karşı?
Zaten futbolda bile bölünen bir millet olarak bu çok normal aslında. 
Bu bölünme çabamız benden başka kimseye garip gelmiyor mu?

Şöyle bakıyorum da biraz Suriyeyi mi andırıyoruz ne? Bunu bekliyordum ama biraz erken oldu sanki? Bütün Orta doğuyu sen Sen Sünnisin sen Şii, sen iktidarsın sen muhalif, sen o sun sen bu diye karıştırdılar. Bizi de karıştırmaları herkes tarafından bekleniyordu. Açıkçası ben Türk-Kürt bölünmesinden bu hale geliriz sanıyordum. Yanılmışım...
NOT: Ne direnişçilerden ne de hükümetten yanayım. Hepsinin canını sevim. Vatanımıza bir şey olmasın :)

3 Haziran 2013 Pazartesi

SİYASET


Siyasete girmeyi aslında hiç istemem. Siyasetten ve siyasetçilerden nefret ederim. Çünkü siyaset varsa partiler ve karşıt görüşler vardır. Kavga vardır.
Mecliste uyuklayan vekiller vardır.Dinimden vazgeçerim partimden vazgeçmem zihniyeti vardır. 
Bana göre Türkiye'nin kanını emen bir canavar olan siyaset. Bu ülkenin en başrol konusudur. Bu yüzden konuyu siyasete girmeden çözemeyiz.

Öncelikle şunu belirtmeliyim. Herhangi bir partiyi desteklemiyorum! Seçimlerde muhtemelen adını bile duymadığım kazanma şansı olmayan bir partiye oy vereceğim.
(Babam duysa oturur uzun uzun AKP yi savunur bana ama dediğim gibi partilerin hepsi ... neyse içeri girmek için henüz çok gencim.)

Muğla'da okuyan bir öğrenci olarak, öğrenci gözünden gördüklerimi yazayım.
Muğla üniversite kurulduğundan bu yana gelişmekte olan bir şehir. Doğası ve turistik yerleri açısından mükemmel bir yer. 
Halkı öğrenciden geçinen ve genel olarak CHP yi destekleyen solcu bir kesim. Her seçimlerde aynı adamlar seçilir. Fakat Muğlada belediye hiç çalışmaz.
Pardon çalışır. Sürekli olarak park ve çeşme yapar. Yağmurlu havada fıskiyeleri açıp çimleri sular. 

Muğla'da alt yapıda yoktur. Tuvaletler kanalizasyonda gitmez. Evin altında birikir sonra vidanjör gelir onu çekip gider.
Bu esnada ortalığı saran kokuyu aklımdan geçirmek bile istemiyorum.Alt yapı olmadığından en ufak yağmurda sel olur. Yollar çöker ve halk perişan olur.
Senede 3-4 kez aynı yollara asfalt dökülür. Ama Muğla halkı şikayet etmesine rağmen aynı belediye başkanına oy verir.
Bu da demek oluyor ki. İnsanlar hizmete değil görüşe oy veriyor.

Ve bu insanlar kendi görüşü dışındaki bütün insanları koyunlukla, cahillikle suçluyor. En çok şaşırdığım noktada bu işte.
Hayatı boyunca kitap okumamış, televizyon başında magazin haberlerini kovalayan insanlar kendini aydın zannediyor.
Burada Muğla halkını yargılamıyorum. Bu bana düşmezde zaten. Fakat bunu hepimiz yapıyoruz. Farkında olmadan görüşlere bağlanıyoruz.
Desteklediğin parti alalade kötü bir iş yapsa bile kendimizce bahaneler bulup yine kendimizi kandırıyoruz. 
Yazık. Çok yazık.

Ya sonra? 15.000 TL alıp mecliste uyuklayan vekiller, örtülü ödenekler, torpille 2 günde iyi yerlere gelen akrabalar...
Bazen düşünüyorum. Kendi partimi kurup keyfime mi baksam? Kendi görüşümüde bulurum. Gelirken sağcı giderken solcu. Azcıkta ortadan.
Halka hizmete de gerek yok. Arada emekli maaşına zam yapar, insanların yüzünü güldürürüm. Konuşmalarımda da diğer partilere sataşırım yeter. 
Hepsinin yaptığı bu değil mi?

19 Mayıs 2013 Pazar

Çocukluk, Arkadaşlık, Eskiler



Çocukken geleceği düşünürdüm. Bir gün kocaman bir adam olacaktım. Her zaman yetişemediğim ışık düğmesine yetişecektim. Sonunda yetiştim. Büyüdüm.  Şimdi de çocukluğumu düşünüyorum. O zamanlar hedefim buydu. Keşke şimdi de öyle olsa. Tek derdim ışık düğmesi olsa. Tek derdim sabah 6-7 gibi başlayan çizgi filmlere uyanabilmek olsa. İş, okul endişesi olmadan, temiz ve saf yaşasam. Fakat göz açıp kapamadan geçti çocukluk. Şimdi bir rüya gibi geliyor o zamanlar…

Çocukluk güzeldi çocukluk…
Çocukluğum İstanbul Kadıköy’ün bir mahallesi olan Fikirtepe’de geçti. Varoş bir mahalle olup gecekonduların bol olduğu bir sokaktı. 17 sene orada yaşadım.

 Fikirtepe…
 “Biz fikirtepe çocuğuyuz olum akıllı ol!” “Benim dayımın çocukları mermiye kafa atıyor olum!” gibi sözcüklerin bol geçtiği, atarlı gençleri olan yabancıya karşı tehlikeli ama yerlisine göre güvenli olan nacizhane mekân.

Daha 5-6 yaşlarımda sokaklarında koşar oynardım. Öyle balkon çocuğu gibi yetişmedim. Annem her zaman peşimden koşup “Ay! ay! Dikkatli ol oğlum!” diye bağırmadı hiç. İyi ki de yapmadı.  Düşüp dizlerimi kanatınca koşa koşa anneme gitmezdim. Arkadaşlarım sanki bacağım kırılmışcasına koluma girip hemen sokağın başındaki camiye kadar taşırdı, bende dizlerimi şadırvanda yıkar hiçbir şey olmamış gibi koşmaya devam ederdim.
Bir abim ve ondan bir farkı olmayan 4 arkadaşım vardı. Tanıştığımızda 4-5 yaşlarındaydık ve o gün bugündür hiç ayrılmadık.6 kişilik küçük grubumuzda çocukluğa dair her şeyi yaptık. Bütün sokak oyunlarını ve çocukluğa dair her şeyi…

Uzuneşek, saklambaç, misket (oyun havası olanından değil tabi. Aslında yeri gelince onu da yaptık ama neyse) ardı arkası kesilmeyen futbol maçları ve daha onlarcası…
Bir CIA gibi planlı hareket ederek bahçelerdeki erik ağaçlarına dalardık. Sahibi süpürgeyle kovalayınca grup halinde geri çekiliyorduk. Fakat akşam ailelere şikâyet edilme sorununa bir çözüm bulamazdık. Biraz azardan sonra ertesi gün tekrar o ağacın üzerindeki erikler bize bakar, resmen bizi çağırırdı. Bizde evde dolapta erik olmasına rağmen dayanamaz yine ağacın dallarına tünerdik. :)
Akşam ezanı okunana ve babamız eve gelene kadar dışarıda olurduk. Çünkü sokaklarımız güvenliydi. Küçük ve dar olduğundan arabalar geçmezdi. Herkes bizi tanıdığından başımızda hep bir büyük var gibiydi. Düşünce tutup komşumuz kaldırır, korur kollar, babaya da bir selam söyletirdi ve giderdi. Zaten annelerimiz kapıların önünde taburelere oturur. Büyük bir semaver çay eşliğinde örgü örüp muhabbetin dibine vururdu. Mevsim yaz ise kapılar hep açık kalırdı. Hırsız için endişemizde olmazdı. Çünkü yabancı kişi sokağın sınırlarına girdi anda fark edilir, pencerelerden takip edilir. Çok şüpheli hareketleri varsa mahallenin büyüklerinden biri gidip adamla muhabbet eder, amacını anlardı. Eğer kötü bir niyeti olduğu sezilirse sopalar, süpürgeler ile gerekli göz korkutma işlemi yapılır ve sorun çözülürdü. :)
Misket ve kart oyunlarıyla stratejik düşünme yeteneğimiz, cesaretimiz gelişti. Kaybetmeyide kazanmayı da daha çocukken öğrendik. bu sebeple kayıplar yaşadığımızda sorunlu çocuklar gibi intihara yönelmedik.
3-4 saat süren mahalle maçlarımız olurdu. Sokak başlarına 2 taş koyar hayali kalelerimizi beynimizde çizer ve oyuna başlardık. 5 de devre 10 da biter diye anlaşırdık. Eğer maç çok eğlenceliyse ve henüz hırsımızı alamadıysak 30 da bitere kadar giderdi. Top sahibi eve çağırılsa topunu alıp gitmezdi.
 İşiniz bitince bizim balkona atın. Topu patlatırsanız parasını alırım der giderdi. Top patlasa da paranın peşine düşmezdi kimse. Çünkü sokakta top eksikse biri gider alırdı ve o top sokağa zimmetlenirdi. :D
Saatlerce top peşinde koşunca haliyle acıkır, susar, ve yorulurduk. Yinede eve gitmezdik. Giriş katta bir evimiz vardı. Dışarıdan pencereye ulaşmak kolaydı. Hemen mutfak penceresine koşar.
Oradan annemin uzattığı börek, poğaça, su, meyve gibi gıdaları alır kaldırımda dinlenirken bir yandan da yerdik ve oyunumuza devam ederdik. Orası bize kocaman bir ev gibi gelirdi…
Kentsel dönüşüm adında evimizi yıktılar. Başka bir semte taşındık. Büyük büyük binaların olduğu sokaklarında çocuk sesi olmayan sessiz bir sokağa. Ağaçtan yenen eriğin tadını bilmeyen çocukların olduğu bir yerdi. Düşüp kalkmayı, koşup yorulmayı bilmeyen çocukların olduğu bir yerdi. Çocukların top oynamak yerine evinde pes oynadığı bir yerdi. 90 ların çocukları olarak biz bunları yaşayan son nesil olacağız gibime geliyor.

Tabi bizim zamanımızda playstation yoktu. Olsa beklide bizde evde yaşayan asosyal çocuklardan olurduk. İyi ki yoktu. Ama öyle hemen ezdirmem o zamanları. Belki playstationumuz yoktu ama ondan daha güzel atarimiz vardı. Tesisatçı Mario vardı. Tank 90 vardı. Biriktirdiğimiz atari kasetleri vardı…
Yarım saatte orta sahaya gelen, gol atarken dakikalarca düşünen Tsubasa’yı, Gölgelerin gücü adına gezen He-man’i , Pokemonu, atari oyunlarını hatırlayan bir neslin çocuğu olmaktan gurur duyuyorum. 90 ların çocukları olarak şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Ve o zamanları özlüyorum.

Biraz nostalji yapalım...


RADYO KASETLERİ

ALF

ÇILGIN BEDİŞ

HE-MAN

OYUNCU KARTLARI

ATARİ KASETLERİ

ÇAKMAKTAŞLAR

JETGİLLER

KAPTAN MAĞARA ADAMI

TASO

SANAL BEBEK

CAPRİ- SUN

SOLO TEST

VİKİNGLER

ZEYNA


TSUBASA
SIDIKA

18 Nisan 2013 Perşembe

EĞİTİM SİSTEMİ

Daha önce 2 yıllık bir üniversite okuduğumu yazmıştım. Keşke 4 yıllık bir üniversite okusaydım. Keşke evde pineklik etmeyip sınavlara çalışsaydım. Aslında 8. sınıfa kadar inek sayılabilecek biriydim. Arkadaslarım dershanelere gider, denemelere girer, günde 5-8 saat ders çalışırdı. Ben bunu hiç yapamazdım ve çokta anlamsız gelirdi. Robot misali programlanıp ona uymak benim asi ruhuma göre değildi. Sınıftaki o robotları görürdüm. Sosyal hayat sıfır. Annesi çalışsın diye ekmek almaya bile yollamıyordu. 1 sene kadar bu monoton hayatı yaşamak...
Düşünürken bile içimin sıkıldığını hissederdim. Hem neden ben arkadaşlarımla yarıştırılmak zorundaydım ki?
Bugün Ahmet 70 net yapmış ben daha fazla yapmalıyım!!!
Ayşe 2 saat fazla çalışmaya başlamış. Aman Allah'ım!

Ne için bu yarış? Çalışırsın, bu yarışı kazanmak için koşturursun. Çabalarsın! Çabalarsın! Yarın seni işe alsın diye CV uzattığın adam liseyi yarıda bırakmış biri çıkar. Sonra düşünürsün acaba ben boşuna mı koştum?

Bunu okuyup "harbi lan çalışmıyorum" deme. Çalış ama bir hedefin olsun. Ne için çalışıyorsun?
Güzel bir üniversite kazanıp iyi bir işe sahip olmak için!
Bırak güzel bir işi sen ne istiyorsun? Meslek veya alan seçimi yaparken bu iş için uygun olup olmaya bakılmıyor nedense... Hmm tıp mı? Bunda iyi para var. Bir doktor nerden baksan 4-5 bin alır. Yaz anasını satayım!

Yaz anasını satayım yaz... Kan görmeye dayanabilir miyim? Ameliyat stresini kaldırabilir miyim? Bir insanın hayatını ellerime alabilir miyim düşüncesi nerede? Sonra da Türkiye de neden hiç bir iş tam yapılmıyor? Neden kimse işinde uzman değil? Zaten eğitim tam verilmiyor üstüne bir de yeteneği veya isteği olmayan bir iş yapıyor. Sen bu adamdan ne beklersin?
Aslında tıp öğrencisine coğrafya tarih sorulan bir sistemde öğrencilerin böyle yapması çok normal... Çünkü sistem yamuk! Sen istesen de dik duramazsın!

En basitinden müzik dersini ele alalım. Yıllarca bize öğrettikleri şey do, re, mi, fa, sol, la, si, do birde bemoller var onları boşverin deyip geçiyorlardı. Sonrada blok flütü tutuşturuyolardı elimize...
Koyunsunuz bari kendi kavalınızı da kendiniz çalın der gibi. Küçük yaştan çocuğun kafada müzik bu olarak kalıyo. Hiçbir eğlencesi yok. Çünkü hocası ona 45 dk boyunca sol anahtarını düzgün çizmeyi anlatıyor. Şu an Türk öğrencilerine müzik dersi nedir diye sorulsa "o ders mi yauv?" der. Çünkü o ders her zaman boş geçen 45 dakikayı gır gır ve şamatayı temsil etti. Çünkü o kaynatılmış bir dersti.
Sonra?
"Yav bu gavur müziği bile güzel yapıyor" diye söylenir, sonrada dam üstünde un eler diye mırıldanarak hayatına devam edersin. Yurt dışındaki okullarda adam istediği enstrümanı seçiyor ve onda profesyonel oluyor. Üstüne beste yapıyor. Yanlış anlamayın başka ülkeleri üstün görmeyi sevmem. Ne varsa batıda var kafasında da değilim ama iyi yanlarını da görüp uygulamazsan bu aptallıktır.
5. sınıftan sonra İngilizce dersi almaya başlıyoruz. Yıllarca bize öğretilen I go, You go, We go... Üniversiteye kadar bu eğitimi aldıktan sonra bir turist karşısında projeksiyon görmüş tavşan gibi oluyoruz. Sonra karşındaki sağırmışcasına bağırarak heceleye heceleye BURDAN! GO! GO! GO! ORDA! OR-DA! OTOBÜS!! O-TO-BÜS!!
Bir arkadaşım var aşırı zeki bir çocuk. Beyni aşırı faal, yerinde duramıyor size abartısız söylüyorum adamın eline eski bir radyo,biraz kablo ve pense versen sana robot yapar. Fakat okulunda bir atölye yok ve malzeme sıkıntısı var!
 Üzerindeki çamur silinse ışıl ışıl parlayacak insanlar böyle böyle parlaklığını kaybediyor. Belki yazdıklarım saçmadır. Belkide çok büyük ders veriyodur bu önemli değil. Ben kendimce gördüğüm yanlışları yazdım. Kim bilir belki M.E.B ten birileri masa başında oturmuş çayını içip internette sörf yaparken bu yazıyı görür. Belki ona da yanlış gelir ve bir şeyler yapmak için çabalar. Belki de ülkeme bir yararım olur.
Ama dediğim gibi BELKİ...

NOT: Büyük hedeflerim var. Yakında Türkiye'nin sayılı zenginlerinin arasında olamasamda sisteme uymak için koşturan insanlardan daha zengin olacağıma inanıyorum. Yani inşallah :)

13 Nisan 2013 Cumartesi

Olumlu Düşünce

Şu hayatta hepinizin bir derdi vardır.

Sevgilisi terk etmiştir, para sıkıntınız vardır, dersler kötüdür vs. vs.
Peki ne yaparız bu durumda?
 Suratımızı asar, kadere lanet eder, hep beni mi bulur? diye şikayet ederiz. Ama şunu unutmayın...

Hayat aynaya benzer; sen ona küsersen, o da sana küser sen ona gülümsersen, o da sana gülümser.

Ben olumlu düşüncenin gücüne inanan biriyim ve hayatım boyunca pozitif olmak için uğraştım. Sizede bunu tavsiye ederim. Çünkü kusursuz bir yaşamınız olmayacaktır.
Hayatta bir şeyler mutlaka ters gidecektir. Belki bir gün dibe çökeceksiniz. Tam ben battım, bundan daha aşağısı yoktur diye düşünürken daha da derine çekileceksiniz.

Bu durum karşısında hayata küsmeniz, surat asmanız size bir yarar sağlamayacaktır. Dipten yüzeye çıkarmayacaktır. Peki pozitif olmak, gülümsemek mi kurtaracak bizi? Hayır!
Ama dipte bile olsanız mutlu bir hayat yaşamanıza neden olacaktır.




Size Pollyanna olun demiyorum. Kolun koptu ama öteki var üzülme de demiyorum. Kolunun kopmasına üzülmen çok doğal. Üzülmelisin. Fakat üzülünce kolun yeniden çıkmayacak. Öldürmeyen şey güçlendirir mantığıyla harket edip daha güçlü biri olarak bu olayı sonuçlandırman yararına olur.

Birinin karşısında uzunca bir kahkaha atsanız. Karşınızda kişide kahkaha atar. Yukarıdaki bebek resmine baktıkça gülümsemeniz bunun bir örneğidir. Karşınızdakinin hiç bir sebebi olmasa da, bu yaptığı ona anlamsız gelse de sana eşlik edecek. Çünkü mutluluk bulaşıcıdır.

Hiçbir sebep yokken ikinizde deliler gibi eğlenceksiniz. Size bir kaybıda olmayacaktır.

Hayatı çekilebilir hale getirmek sizin elinizde... Ya gidip tek başınıza melankolik şarkılar dinlersiniz ya da hareketli bir müzik açıp abuk subuk hareketlerle dans edersiniz. Seçim sizin.